1 Mart 2011 Salı

sih tapınağı

kafamdaki bütün yargıları, fikirleri bırakıp sadece seyrediyorum. hijyenik sebeplerle asla katılamayacağım bu adanmışlığın içimde uyandırdığı yeni, sahici saygı duygusuna bakıp şaşırıyorum. dünyayı seyrederken kalbimizde keşfedilecek başka ne yerler var.
sanki nasıl bakarsak öyle bir yer dünya. en güzel, en çirkin, en süfli, en aşkın her şeye yer var, biz neye bakarsak onu görüyoruz. altı yaşındaki oğlumun dediği gibi dünya, her yer, herkes hep mükemmel aslında.
oğlum hem diyor ki fikrimi sakın değiştirme.

sokak

hem kaldırımda üzerine çok eskiden çıkartmalar yapıştırılmış küçük buzdolabı duruyordu. hem anneannemin sapı siyah içi aşureli buzdolabının kapağındaki her yere yakışan çıkartmalarımız gibi bunlar da panterli, güllü filandı.

kör çocukların resimleri

ara sokak: resmin sol yarısı soldaki duvar, ortası elektrik direği, sağda kenarda sokak derin akıp gidiyor. sanki dünyayı olduğu gibi kabul etme resmi, ötekimizi itmeme resmi. fikir beyan etmeyen bir çocuk tarafından çekilmiş. bu kıymetli dersi hatırlayabileyim diye şimdi evde duruyor.

güzel annem çekti.


lamaların kalbimizi zihnimizi temizlemek ve şefkat üzerine dersleri. sokakta gördüğümüz manastırlardan içeri girip rahiplerin arka sırasında gözümüzü kapatıp oturmak. orada öyle oturabilmek mümkün olduğu için insan memleketine dönmeyi unutsa şaşmamak lazım.

nepalliler mülayim sahiden. bunlar polis.

jana andolan, yani devrim sırasında sokağa çıkma yasağında devriye gezen askerlere dikka lagyo- bıktık usandık deyince itiraz etmediler, mahallenin boş sokaklarında annemle misafirliğe, bbc seyretmeye gittik. bir kaç gün sonra kral geri adım attı, kapatılan parlamento yeniden açıldı. halk kazandı. annem sokaklara fırlayıp mutluluk resimleri çekti. iki sene sonra kral tamamen gitti.en arkadaki polisi görüyor musunuz, arkadaşının kafasına bir nevi tavşan yapmış.

zamanın kalpsiz rüzgarı

dövmeler buraların ama yeni nesillerin usulü değil artık. ihtiyar teyzelerin bedenlerinde renklerini zamanın kalpsiz rüzgarında kaybetmiş dövmeler.

kumari'nin dolabı


oğlumla bir köşede oturuyoruz, çocuk kumari'nin babası yanımıza geliyor. ufak tefek, hep güzel gülümseyen bir adam. dilsiz ya. hem onun içine de tanrı giriyormuş. fotoğraf makinamı evirip çeviriyor, "made in china" yazısını görünce yüzünü buruşturup, hırıltılı, acil bir fısıltıyla cepeen cepeen diye haykırıyor.
bunun bir de japonu var...

şahmeran

ertesi hafta 3500 senelik vajrayogini tapınağında, otobüsün muavini yağmur yağdırmaya yarayan taştan nagalar şahının üzerine yanlışlıkla oturup beti benzi attığında, bir mucize gibi çantamdan naga ipliğini çıkaracağım.

kırmızı zincifre tozu

din, hayat ve sanat tortop olmuş öyle yaşıyorlar. tanrıların ağızlarına pilav tıkıştırmak incelik değil midir.

Nepal'de kıraathane yok

sokaklarda oyun oynayan insanlar var.

janakpur, yakışıklı fotoğrafçı


sabah dükkanı açmadan tapınağa uğramış tanrıyla konuşmuş alnına zincifre tozu sürmüş. tanrı onu bugün esirgeyecek.

başkalarına kalbimizi değdirince hafifliyoruz, bir çeşit uçuşuyoruz, uçuşarak derdimizin dışına çıkıyoruz.

canakpur cüzam hastanesindeki ihtiyarlar.geceyi bankta geçirmişler, korkmuşlar.teyze dünyanın en tiz sesiyle çabuk çabuk konuşurken bir yandan gür beyaz saçlarını şiddetle kaşıyor. bize gelin gibi hizmet ettin. on senedir katmandu'daymışsın, oğullarımı niye tanımıyorsun, diyor. bunu derken cümlenin sonunu şarkılı şarkılı uzatıyor, sevgiyle, daha sorarken hoşgörüyor beni bir yandan.teyzeye sarılsam, ama öğrenciler seyrediyorlar hem bitlenmek istemiyorum. çok sevgiyle bakıyor, ruhuma çok iyi geliyor gözleri.

şivaratri

mine söğüt çekti. o gün tanrılardan şiva'nın doğumgünüydü ve dünya çok acayip bir yerdi. arkadaşımın üzerindeki küller belki aşağıda yanan ölülerin külleri, hiç sormadım. paşupati'ye gidip geldikçe beraber çok çaylar içtik sohbet ettik, ismini de sormadım. sadhular böyle konularda pek konuşmuyorlar, eski kimliklerinin ölüp gittiği varsayılıyor. yeni sadhu isimleri var gerçi.