kafamdaki bütün yargıları, fikirleri bırakıp sadece seyrediyorum. hijyenik sebeplerle asla katılamayacağım bu adanmışlığın içimde uyandırdığı yeni, sahici saygı duygusuna bakıp şaşırıyorum. dünyayı seyrederken kalbimizde keşfedilecek başka ne yerler var.
sanki nasıl bakarsak öyle bir yer dünya. en güzel, en çirkin, en süfli, en aşkın her şeye yer var, biz neye bakarsak onu görüyoruz. altı yaşındaki oğlumun dediği gibi dünya, her yer, herkes hep mükemmel aslında.
oğlum hem diyor ki fikrimi sakın değiştirme.
Sarah Mac Donald'ın insana etrafı yazarak anlatma hissi veren Holy Cow'ının başında bir internet adresi vardı, Sarah'nın Hindistan fotoğraflarını görmek için. Yıllarca üşendim, o sayfaya gitmeye üşendim, kitaptakilerin bir de resmini görmeye çekindim. Sonunda gidip baktığımda iyi geldi. Bu sayfalara biraz daha Nepal/Hindistan fotoğrafı koyasım geldi. Sevgili okuyucu, vaktiniz için teşekkür ederim.
1 Mart 2011 Salı
sokak
kör çocukların resimleri
güzel annem çekti.
nepalliler mülayim sahiden. bunlar polis.
jana andolan, yani devrim sırasında sokağa çıkma yasağında devriye gezen askerlere dikka lagyo- bıktık usandık deyince itiraz etmediler, mahallenin boş sokaklarında annemle misafirliğe, bbc seyretmeye gittik. bir kaç gün sonra kral geri adım attı, kapatılan parlamento yeniden açıldı. halk kazandı. annem sokaklara fırlayıp mutluluk resimleri çekti. iki sene sonra kral tamamen gitti.en arkadaki polisi görüyor musunuz, arkadaşının kafasına bir nevi tavşan yapmış.
zamanın kalpsiz rüzgarı
kumari'nin dolabı
oğlumla bir köşede oturuyoruz, çocuk kumari'nin babası yanımıza geliyor. ufak tefek, hep güzel gülümseyen bir adam. dilsiz ya. hem onun içine de tanrı giriyormuş. fotoğraf makinamı evirip çeviriyor, "made in china" yazısını görünce yüzünü buruşturup, hırıltılı, acil bir fısıltıyla cepeen cepeen diye haykırıyor.
bunun bir de japonu var...
şahmeran
kırmızı zincifre tozu
janakpur, yakışıklı fotoğrafçı
başkalarına kalbimizi değdirince hafifliyoruz, bir çeşit uçuşuyoruz, uçuşarak derdimizin dışına çıkıyoruz.
canakpur cüzam hastanesindeki ihtiyarlar.geceyi bankta geçirmişler, korkmuşlar.teyze dünyanın en tiz sesiyle çabuk çabuk konuşurken bir yandan gür beyaz saçlarını şiddetle kaşıyor. bize gelin gibi hizmet ettin. on senedir katmandu'daymışsın, oğullarımı niye tanımıyorsun, diyor. bunu derken cümlenin sonunu şarkılı şarkılı uzatıyor, sevgiyle, daha sorarken hoşgörüyor beni bir yandan.teyzeye sarılsam, ama öğrenciler seyrediyorlar hem bitlenmek istemiyorum. çok sevgiyle bakıyor, ruhuma çok iyi geliyor gözleri.
şivaratri
mine söğüt çekti. o gün tanrılardan şiva'nın doğumgünüydü ve dünya çok acayip bir yerdi. arkadaşımın üzerindeki küller belki aşağıda yanan ölülerin külleri, hiç sormadım. paşupati'ye gidip geldikçe beraber çok çaylar içtik sohbet ettik, ismini de sormadım. sadhular böyle konularda pek konuşmuyorlar, eski kimliklerinin ölüp gittiği varsayılıyor. yeni sadhu isimleri var gerçi.
28 Şubat 2011 Pazartesi
janakpur'da rikşow sürücüsü
janakpur'da bakkal dükkanı. bunların hepsi saç yağı.
eski katmandu'nun çarşılı sokaklarına çıktım, içimde güzel huzurlar, hayatın her tarafı bir.
gökler tanrısı indra bayramında kraliyet bandosu.
darvis olsa bu resmi çekmezdi, teller var diye. katmandu.
darvis öldü öleli, tam fotoğraf çekecekken ...
dağın tepesinde oturan bir hint fakirine göndermiştim darvis'i, etraf hep himalayalar, hint fakiri kali baba rüya gibi. en güzel fotoğrafı nerde çekerim demişti, oraya git demiştim. iki gün sonra fotoğraf çekmeden döndü- hasta haliyle dağa tırmanmış, ama kali baba tişört giyiyormuş.
içerisinde tişörtler, plastik kovalar, teller olmayan bir dünyası vardı. www.darvis.com adresinde hayal gibi, masal gibi işlerini görebilirsiniz.
dağın tepesinde oturan bir hint fakirine göndermiştim darvis'i, etraf hep himalayalar, hint fakiri kali baba rüya gibi. en güzel fotoğrafı nerde çekerim demişti, oraya git demiştim. iki gün sonra fotoğraf çekmeden döndü- hasta haliyle dağa tırmanmış, ama kali baba tişört giyiyormuş.
içerisinde tişörtler, plastik kovalar, teller olmayan bir dünyası vardı. www.darvis.com adresinde hayal gibi, masal gibi işlerini görebilirsiniz.
zaman böyle bir şey mi acaba.
aynı ders, karşı takım. en sağdaki el benimki.
janakpur cüzam hastanesinde derste.
janakpur cüzam hastanesi hikayesinde hani, hayatta başka ne var ki, diyen, ortadaki mavi sarili. onüç yaşındayken tanımadığı bir adamla evlendirilmiş hani. sevmeyecek ne var, annemizle babamızın gönlünde taht kurmuş adamı... onun yanında yeşil sarili olan sita, sokağa çıkma yasağında beni fare yiyenler ghettosuna motosikletiyle götüren.
damat.
janakpur'daki düğün.
burada düğün alayları kırmızı bandoyla sokakları geziyor. omuzları sarı püsküllü, çoktan eskimiş kıyafetleriyle müzisyen kastından koyu renkli genç adamlar, yürüme hızıyla giden gelin arabasının önünde ortalığı velveleye veriyorlar. çok neşeli, çok da yüksek sesli bir müzik. hint filmi müzikleri tabii.
o düğün. hayatımda dans ettiğim ilk düğün.
düğün alayımız en sonunda, gece yarısı, floresan ışıklarla köye şöyle girdi: yolun iki yanında beşer tane yalınayak minik çocuk, koyu kahverengi alt kast rengi kafalarının üzerinde ikişer tane dik floresan lamba. lambaların telleri arkadaki kağnıya bağlı. jeneratörü taşıyan kağnıyı iki kambur boğa çekiyor. etrafını bu lambaların kablolarının çizdiği dikdörtgenin içerisinde hepimiz, düğün alayı, damat tarafı, hint usulü kollarımız havada dirsekten kırılı, işaretparmaklarımız yukarıya bakarak müziğin ritmiyle omuzlarımızı hoplatıyoruz. tuhaf bir his tabii, ama beni burda kimse tanımıyor, hint filmi dansına devam. en önde bir yabancının dans etmesi damat tarafına çok prestij kazandırdığı için, durmama hiç müsaade etmiyorlar.
vajra yogini festivali. yağmur yağmıyor, onlar orb.
om ah hung. bizim bismillah gibi.
biratnagar'da fotoğraf stüdyosu
kulak tanrısı meczubu vardı hani, arkadaki.
kulak tanrısı, benzinciyle yatır arası bir yerde yaşıyor. kulağından derdi olanlar gelip kulak tanrısı'na puca yapıyorlar, dua edip çiçek bırakıyorlar, yemek bırakıyorlar, ordaki çiçeği alıyorlar, kırmızı zincifre tozunu alınlarına sürüyorlar. meczup yoğurdu alıp karşıya gidiyor, küçük kaşığı bardağa daldırıp daldırıp neşeyle havaya fırlatıyor dört beş kaşık, tanrının kulaklarına doğru, biraz da arkada zincifre tozuna bulanmış kutsal bodi ağacına. yoğurdunu verdikten sonra oturup tanrıya yaslanıyor, yoğurdun kalanını yiyiyor yavaş yavaş, bardağı güzelce yalıyor sonra.
bu resmi uzun uzun anlatmak lazım. saçları deniz kızlarına benzeyen arkadaşım varja'nın yanında çalışan bhawani, soldan ikinci. burada onun kardeşi evleniyor, kocası da düğünün sahibi olarak şık giyinmiş. ironi yapmıyorum, sahiden şık giyinmiş, ne olsa nepal'de bulunmayan bir şey giymiş. yalnız, üzerindeki mavili çizgili eşofmanı meğer, varja'nın o sırada doksanlı yaşlardaki annesi sophia, seksenli yıllarda isviçre'den almış, yirmi sene kadar giydikten sonra varja'ya vermiş. varja da bir kaç sene giydikten sonra toz bezi yapsın diye bhawani'ye vermiş. düğünde sophia eşofmanı görünce ço şaşırdı, ben de bu nadide fotoyu çektim.
güzel bina her zaman iyi bir şeydir. eski saray.
katmandu. laxmi'nin evimize geldiği bayram günü satılan şekerler
ingiliz kemal diyesim geliyor. direniş kahramanıymış.
kitsch tezgahlar deyince:
tam bu kapının önünde poz verdimdi, bu resmi yalnız, başaşağı çektim.madras.
en çok sevdiğim resim budur.
Madras'ta ilk gece, sahildeki şahane kitsch tezgahların orda. Bu resmi çektikten bir iki saat sonra, sağdaki adam geldi beni buldu, elinde hani eskiden sünnet düğünlerinde filan verilen plastik Kodak bir fotoğraf makinesi! Arada evine gitmiş! Makineye ve bana işaret etti, poz verdirdi, o da benim resmimi çekti, gitti. Tezgahtaki balıklar turuncu parlıyordu, gıda boyası.
dünyanın en iyi hindistan arkadaşı günseli'yle. galiba amibik dizanteri olduğum gün. delhi.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)